Kategori: Denemeler

Bilir misiniz insanın kendine yalan söylemeden yaşaması ne kadar da zordur?

Bir çıngıraklı yılanın başıymış gibi gülümserken yaşam, sahte bir oyunun içinde buluveririz kendimizi. Ağlarken içimize sızan zehir, gülerken de farklı değildir. Azar azar işler tenimizden hücrelerinize doğru… Zaman akıp gider tutamadığımız bir hızda. Geriye dönüp baktığımızda hüzün kalsın istemeyiz ama hatırlanan mutlu anlar hep daha azdır.
Yalnızlıktan şikâyet edip, kaçarız korunduğumuzu sandığımız kendimize. Oysaki, en büyük düşman beynimizi kemiren cümlelerimizdir. Söyleyemediklerimiz. Dilimizin ucuna gelip yutkunduklarımız. Tıpkı kahkahalar ardına gizlenip gülerken, içine doğru akan yaşların acıya dönüşmesine engel olduğumuz gibi engelleriz düşüncelerimizi de. Yasaktır konuşmak. Yasaktır doya doya ağlamak… Yasaktır dünyaya sövmek… Hatta, yasaktır adam gibi sevmek…
Kendimizi bile sevmeyi unutmuşken, bir yabancıyı nasıl sevmeli? Nasıl hoşgörü içinde yaklaşmalı? Dünya kendi içinde alevlerle tutuşmuş. Komşumuzda yangın, açlık, göç… Bunca savaşın ortasında günlük dertlerimize yanan bizler ve de sanki etraf güllük gülistanlıkmış gibi kör olmuş gözlerimizle sosyal medyada en güzel pozları verenler yine bizler değil miyiz?
Sahte mutluluk elbisesi dar gelse de bedenlerimize, nefes almamak pahasına taşırız gülümseyerek. Nerde, “Yeter be…” diye soyunacak cesaret! Kararttığımız profillerin ardında içimiz buruktur, lakin daha fazlası da gelmez elimizden. Belki de içimizde devam eder kavgamız. Aşk cümleleri yazarken birden kendimizi isyan cümlelerine düşmüş buluruz, tıpkı benim gibi…
Neden sürekli Aşk’a Dair yazılar yazdığımı sorduklarında, cevabım hep aynıdır, “Varoluş sebebimizdir aşk. Dünya ve tüm mahlukat aşk ile yaratılmamış mı?”derim. Bana göre; savaşlar, kavgalar, bireysel ve toplumsal mutsuzluklar hepsi sevgisizlikten, aşkı unuttuğumuzdandır. Çocukluğumuzdaki gibi dünyaya aşk ile bakmayı yeniden hatırladığımızda birçok sorunla daha kolay başa çıkabiliriz. Bir çocuk masumiyetine dönüşse vicdanlarımız daha kolay affedebilir, silahlarımızı bırakabiliriz. Yeniden gülmeyi öğrenebilir ve hatta düştüğümüz zamanlarda da kalkıp, hayata kolayca devam edebiliriz.
Maskelerimizi çıkartabilmeyi başarabilirsek eğer ve yalancı aynalardan çevirirsek yüzümüzü içimize doğru, kaybettiklerimizi bulabiliriz… Eski fotoğraflardaki gerçek sahnelere dönüştüğünde yaşam ve aşk gelip oturduğunda başköşeye yeniden huzura erebiliriz belki…
Aşk ile yol almanız dileğiyle.
Nalan Güven

Bir çıngıraklı yılanın başıymış gibi gülümserken yaşam, sahte bir oyunun içinde buluveririz kendimizi. Ağlarken içimize...

Devamı »

YÜRÜYORUM SESSİZCE VE SUSUYORUM…

Begonviller sardı sevdamın kerpiç duvarlarını… Aldanıp sıcağına pastırma yazının, açtı bir bir beyaz çiçeklerini… Öyle davetkârdı ki kokusu, gidemedim bir arka sokağa bile…

Yaz bitip güneş çekilince geldiği yere, ne pembe yaprakları kaldı ne de yalancı beyazı… Kara bir gölge düştü dört duvar yalnızlığıma… Nemli bir toprak kokusu, kurumuş birkaç dal parçası…

Ve tek bana ait olan gerçeğim… Kâğıdım kalemim…

Seni yazmaktan başka neyim var ki bu hayatta? Yazamazsam ölürüm gibi geliyor… Kendimdeki seni kaybetmek gibi seni yazamamak…

Söylemeyi bilmeyen dudaklarıma inat susmak nedir bilmiyor kelimeler, cümleler…

Yalnızlık sensin diye başlayan bir şirin sonu olmak istiyorum sonsuz yalnızlığımda.

Öylesine soğuk ki, kaç kat giyilmişlikler ısıtmıyor kimsesizliğimi… Sadece cümleler… İçinde, ‘Sen’ geçen cümleler…

İşte bu yüzden sadece senin için yazıyorum… Yazamayacağım gün parmaklarımı yakacağım ve hiç acımayacak canım… Bir, “Ah…” bile çıkmayacak dudaklarımdan… Sana yazamamaktan daha fazla hangi acı yakabilir ki canımı?

Ve kitaplarım, kitapların…

Tekrar tekrar okuyorum onları… Altı çizilmiş yazıları, işaretlenmiş notları… Eski bir dostu bulmak gibi bir kez daha dönmek o sayfalara, unutulmamışlıkların sevinci parıldıyor sanki satır aralarında… Ve onlar biliyor sadece göz damlalarımı, yalnızlığımın parmaklarıma değen titrek soğukluğunu.

Bir anne gibi değiyor öksüzlüğüme. Bir onlar baş sallıyor anlaşılmazlıklarıma. Sihirli bir el yol gösteriyor kapılara doğru… “Oku” diyor, “Ya açılır ya açılmaz orası sana kalmış, sen oku…”

İşte bu yüzden göndereceğim adresi bilmeden mektuplar yazıyorum; hepsi senin için…

Gözlerim ne kadar dayanabilir seni görmeden? Yüreğim nasıl katlanabilir sevmediğini bile bile sevmeye? Bitiyor işte yavaş yavaş… Her geçen saniye biraz daha azalıyor bendeki sen. İstediğin bu değil miydi zaten? Adını söylemeden uyandım bu sabah ilk kez. Hatta çay demlerken hatırlamadım senin elinden içtiğim o çayın sabahını…

Ama korkuyorum. Seni unutmaktan korkuyorum. Adını anmadan geçireceğim ömrümün bir gününün olması olasılığından, takvimlerin eskittiği her bir gün ile hatıraların silikleşmeye başlanmasından korkuyorum. Sevdam korkularımla baş etmeye hazır ya ben?

Bilmiyorum… Susuyorum…

Artık hiçbir şarkının sözü içimdeki gizli seni anlatmaya yetmiyor. Sözcüklerin kifayetsiz kaldığı, acının acıtmadığı bir andayım. Seni görmeden geçirdiğim her bir günün, ömrümün on yılına karşılık verdiğimi hesaplarsam ben başka bir âleme geçmiş olmalıyım. Burada gökyüzünde bulut yok. Ya da var, ben görmüyorum… Susuyorum…

Haftalardır evim kışın aldatıcı beyazında. Ne bir dal çiçek alıyorum baharı hatırlatan ne de cam vazonun içinde boş duran suyu döküyorum. Ağacımın yaprakları bana küstü, teker teker kuruyup dökülüyorlar. En sevdiğim bir yaprağı vardı, en önde duran, okşayıp, öptüğüm. Önce ucundan başladı sararmaya. Sanki her geçen gün biraz daha benimle birlikte sararıyor o da.

Belki de sesimi özledi, ama konuşmak gelmiyor içimden… Susuyorum…

Yalnızlığıma sessizliğimi ekleyip, sabrımın bana neyi sunacağını merak etmeyecek kadar ümidimi yitirdim. Her yeni gün bittiği yerde başlıyor yalnızlığım. Ayrılık diye bir şey yok artık. Kimsesizliğime ortak, içimde bir yer açtım sana dair. Sözlerimi, sırlarımı sakladım bendeki sana. Gerçekle düş arası bir yer burası. Hayallerimin sarayı. Ve tek sahibi var… Kimse bilmiyor, çünkü susuyorum…

Bazen kokun geliyor akşamın serinliğinle. Hiç benzemeyen yüzlerde görür gibi oluyorum, gönlümün perdelerini delip geçen kurşun gözlerini. Seyre dalıyorum gideceğinden ürkerek. Baktıkça ince bir sızıya dönüşüyor derin yaralarım. Her yüz senin yüzün, her ses senin sesin oluyor da aklım ermiyor. Söyleyecek söz çıkmıyor dudaklarımdan.

Öyle zamanlarımda hissederim tek bir damla düşer toprağa, içinde yıllarım, içinde sevdam, içinde ben. Taşıyamaz olur artık bu beden aşkın sırrını. Bir nefesle çıkmadıkça can, yaratana ulaşmadıkça ruh.

Olmadığın bir günü daha eklerim ömrümün geçmişine. Beni sen yaptığımdan beri yokluğun değildir acıtan. Kendimi arayıp bulamadığım zamanlarda kaybedilmiş varlığındır bu boş bedeni yakan. Bir ateş parçası kopar etimden. Düştüğü yerde erir toprak ile taş.

Bilirim, filiz vermeli kimyaya değen her can. Büyümeli, yeşermeli benden bir sen olmalı, senden bir daha ben. Yeniden dünyaya gelmeli. Bir sözden bin mana çıkmalı ve söylemeye hacet bırakmadan anlamalı gören göz. Sevmeye uğraşmamalı aşk ile yanan kalp, sen varsan eğer içinde…

Bütün karanlıklara razıyım, bir nur var ilerde henüz göremediğim. Bilirsin, elimden tutup götürdüğün yeri sormaya gerek duymam ben… Sorgusuz gelirim peşinden… Yürüyorum sessizce ve susuyorum…*

 

*Nalan Güven’in AŞK ÖLÜMDÜR romanından alıntıdır.

Begonviller sardı sevdamın kerpiç duvarlarını… Aldanıp sıcağına pastırma yazının, açtı bir bir beyaz çiçeklerini… Öyle d...

Devamı »

Gizemli Bir Tarikat Mı Yazarlık ?

Karanlığın içinde uykuları gönüllü feda edecek, yalnızlığı yar edinecek ve kaleme/kâğıda tutuklu kalacak bir aşk hikâyesi…
Suskun çaresizliğin kelimelere dökülen haykırışı…
Söylenememiş sözlerin işaret dili…
Yoksa gizemli bir tarikat mı yazarlık?

Karanlığın içinde uykuları gönüllü feda edecek, yalnızlığı yar edinecek ve kaleme/kâğıda tutuklu kalacak bir aşk hikâyes...

Devamı »

Rüyalar Âlemi

“Ben’den kurtuldu da şimdi ben oldu. Aferinler olsun zahmetsiz benliğe.”
                                                                                                     HAZRETİ MEVLANA

İnsanoğlunun eski çağlardan beri esrarını çözemediği rüyayı sözlükler kısaca, “Şuuraltı faaliyetlerinin uyku sırasında zihinde yarattığı hayallerdir” tanımı ile yapsa da, “Rüyalar aynalara benzerler, bazen içlerinde başlarımıza gelecek şeyleri görürüz,” demiş Moliere. Zihnin en savunmasız olduğu anlarda bilinçaltını kaplayarak gizli bir dünyanın film şeridi gibi göz önünden geçerek gizemlerin, sırların açığa çıktığı bu âlem her zaman merak konusu olmuş ancak görülen hayallerin gerçekle bağlantısının ve geleceğin habercisi olup olmadığının kesin açıklaması ne bilim adamları ne de din adamları tarafından yapılabilmiştir.
İlkel toplumlarda rüyaların tanrılar tarafından verilen armağan veya ceza olabileceğine inanılmıştır. Bu inançla kâhinler ortaya çıkmış ve rüya yorumları yapmaya başlamışlardır. Babil’in kâhinleri, Eski Mısırlılar, Yunanlılar ve Araplar rüya yorumları ile ilgili kitaplar yazmıştır.

“Ben’den kurtuldu da şimdi ben oldu. Aferinler olsun zahmetsiz benliğe.”                                                ...

Devamı »

Öteki Kadın

“Ardından gerçeğin ışığı vurduğunda saklandığın yalan tülünden sana fayda olur mu sanıyorsun? Boş bahanelerle kandırıyorsun kendini… Sen bana değil, aşka inananlara yazık ediyorsun!”

Herkesin bir hikâyesi vardır evlat. Öyle düşünüp durma arpacı kumruları gibi. Sen sanırsın ki en acılısı senin yaşadıkların, en büyük aşk senin sevdandır. Yok böyle bir şey. Her kul kendi dayanım gücüne kadar sınanır çileyle. Şimdi diyeceksin ki bunda benim günahım ne? Her birimizin vardır elbet bir sınav sebebi. Kim bilir belki sen de başka bir gönlü ateşe atmışsındır, yaptığının zalimlik olduğunu bilmeyerek. İki sevdayı bir kalbe sığdırmak zordur. En zoru da birinden vazgeçmeyi denemek. Bir yalanı yaşamak ve gerçeğe rağmen ona sıkı sıkıya sarılmak. Bilemezsin ateşler içinde yanan o “Öteki” yüreğin yaşadıklarını. Dur bak ben sana Bahar’ın yazdıklarını vereyim de oku. Belki o zaman aşkta “Öteki Kadın”ı anlarsın…

“Ardından gerçeğin ışığı vurduğunda saklandığın yalan tülünden sana fayda olur mu sanıyorsun? Boş bahanelerle kandırıyor...

Devamı »

Masal ve Rüya

Avluda bir kız çocuğu ağlıyor, elinde beslenme çantası. Beline kadar uzayan saçlarını kesmişler evvelki gün. Yere düşen her siyah tutamla biter sanmış kara geceleri. Gider sanmış evine. Uğursuzluğu önünden geçen kara kediye yüklemiş. Kara geceye yüklemiş. Kara saçına yüklemiş.

Dalgalarla oynaşan karabatağa özenmiş. Kâh kayalıkların dibinden, kâh buğulu bir camın ötesinden seyretmiş şiir gibi dinlerken onun hikâyesini ve dalıp çıkmış sulara. Kısmeti avuçlarının içindeyken bırakıvermiş aldığı yere. Dokunamamış. Kıyamamış.

Masallara kanmış hep. Kurtla kuzuya. Toslu Topalak, Yuslu Yumalak, Tülü Barak adlı üç yavru ayıya, Deli Hersekli Kız ve Üç dilek masalına.

Avluda bir kız çocuğu ağlıyor, elinde beslenme çantası. Beline kadar uzayan saçlarını kesmişler evvelki gün. Yere düşen...

Devamı »

Küsmek

Küsersiniz bazen… Küsersiniz kendinize… Hatta söze ve kaleme…
Küstüren bilir mi sebebini? Beynini zonklatırcasına ele geçirmiş bir ağrı ile gecenin yarısı talan ettiğin düşüncelerinde onu aramanın ne anlamı vardır? Ne önemi vardır ne için, kim için küstüğünün hayata?
Bir avuç dolusu ilaç döküp eline, diğerlerini başka zamana saklayarak içinden bir tane yutarsın, tüm derdine o küçücük pembe draje derman olacakmış gibi…
Boşluğa takılan gözlerde silinmiştir düşler… Oysa tek onlardı tutunduğun bu yalanlar içinde… Tek gerçek… Gözünü kapattığında sığındığın bir sevgili… Kollarında ağladığın, kulağına fısıldadığın ve doyasıya öptüğün dudaklarından aşkın…

Küsersiniz bazen… Küsersiniz kendinize… Hatta söze ve kaleme… Küstüren bilir mi sebebini? Beynini zonklatırcasına ele ge...

Devamı »

Siz Hiç Öldünüz Mü?

Yağmalanmış anıların ortasında bırakılırken yapayalnız, ne geriye dönecek mecal vardır dizlerde, ne de yeni bir ufka kapılıp, vurup kapıyı gidecek gurur çürümüş yüreklerde. Açılmayan kapıların önünde çömelen bir dilencinin inadı gibi zamanın hoyrat geçişine aldırmadan kapanacağını bilse de göz, vazgeçer mi hiç umuttan?
Peki ya kalp? Acıya metanet kazanıp yamalarını üst üste devşire devşire kaç kez daha kalkar düştüğü kaldırımlardan?
Siz hiç öldünüz mü? Öldürdünüz mü seven bir yüreği? Taş bağlayıp ayaklarına ittiniz mi bir uçurumun kenarından? Gözlerine bakarak söylediniz mi yalnızlığının ölümden daha zor olduğunu?
Geceler dosttur bir yalnıza. Onun gibi sessizdir, ıssızdır ve soğuk… Parmak uçlarını ısıtamaz yüreğin alevi… Şarkılar dindiremez kimsesizliğin çığlığını… Damarlarda gezinirken şarabın kandıran neşesi, sabahı karşılayacak hüzünden henüz habersizdir yalancı kahkahalar… Gece uzun değildir tek başına içenlere… Resimlere kaldırılan kadehler avutmaz özlem çığlıklarını… Yine ağlarsın içine doğru… Yine akar yaşlar gözbebeklerinden kalbine… Sanki o varmış gibi karşında…
Bilirsin, gün ışıyınca hayali de terk edecek düşler gibi… Öyleyse şimdi sarılmak vakti karanlıklara… Ölümüne vazgeçmek… Öldürmek cana can vereni…

Şehir yerinde değildi gözyaşı yağarken topraklarına
Sanki hiç sevmemiş gibi şimdi üşütüyor kaldırımlar
Yalan kusuyor kollarına atıldığı nefesi
Eteklerinde hercai bir koşuşturma
Belki de son bu kelimeler dökülen parmaklarından
Ah ne gam…
Belli ki anlamsız doğmak ölümün kucağında

Nalan GÜVEN

Yağmalanmış anıların ortasında bırakılırken yapayalnız, ne geriye dönecek mecal vardır dizlerde, ne de yeni bir ufka kap...

Devamı »

Hüzün, Yağmur ve Aşk

“Gönül üzgünlüğü, gam, keder, sıkıntı, iç kapanıklığı,” gibi tanımlarla açıklar sözlükler hüznün anlamını. Ama biliriz ki kelimelere dökülemeyen bir yanı vardır hüznün. İçinde umut taşır, hasret taşır, heyecan taşır… Ve bizler biliriz aslında hüznün Nisan yağmuru gibi olduğunu. Bir bakışla, bazen bir sözle düşer gönlümüze ya da bir şarkı, bir şiirle içimize çöker ağırlığı. Bereket versin öyle uzun sürmez geldiği gibi gider ve ardında bıraktığı dudaklarda yarım kalan tatlı bir gülümseme, göz pınarlarımızda biriken birkaç damla yaş ile…
Yağmur gibidir bu şehrin aşkları da, tıpkı Nisan yağmuru gibi. Olmadık bir anda sırılsıklam eder adamı, aşkın içine katıp iliklerine kadar ıslatır. Habersiz gelir, hazırlıksız yakalar… Su damlası yüklü bulutlar başınıza yağabilecek en güzel yağmurları yağdırır siz kaçmaya fırsat bulamadan. Saçınızdan damlarken rahmet damlaları henüz farkında değilsinizdir yaşayacağınız anların…

“Gönül üzgünlüğü, gam, keder, sıkıntı, iç kapanıklığı,” gibi tanımlarla açıklar sözlükler hüznün anlamını. Ama biliriz k...

Devamı »

Aşkta Siz ve Sen

Ben bir, ”Siz” derim,
Binlerce ”Sen” dökülür içinden…
Anlayamaz aşkı bilmeyenler,
Ne sözler gizlenir, “Siz-Biz” içinden…

Aşklar mı değişti yoksa âşıklar mı? Geçmiş zamanın yaşanmışlıklarına göz attığımızda tıpkı çok iyi bildiğimiz bir şarkının sözlerinde olduğu gibi sevgiliye ve aşka duyulan saygı, aşığın hitap şekli ile kendini göstermektedir. Kalbinde ölümsüz bir sevdanın çırpınışları ile yanarken ne güçlü bir duruştur araya mesafeler koyup aşkı koruyabilmek, ne naif bir ruhtur uğruna uykuları haram edip şiirler yazarken hâlâ sevgiliye, “Siz” diyebilmek…
“Bir Bahar Akşamı Rastladım Size…”

Ben bir, ''Siz'' derim, Binlerce ''Sen'' dökülür içinden... Anlayamaz aşkı bilmeyenler, Ne sözler gizlenir, “Siz-Biz” iç...

Devamı »