Öteki Kadın

“Ardından gerçeğin ışığı vurduğunda saklandığın yalan tülünden sana fayda olur mu sanıyorsun? Boş bahanelerle kandırıyorsun kendini… Sen bana değil, aşka inananlara yazık ediyorsun!”

Herkesin bir hikâyesi vardır evlat. Öyle düşünüp durma arpacı kumruları gibi. Sen sanırsın ki en acılısı senin yaşadıkların, en büyük aşk senin sevdandır. Yok böyle bir şey. Her kul kendi dayanım gücüne kadar sınanır çileyle. Şimdi diyeceksin ki bunda benim günahım ne? Her birimizin vardır elbet bir sınav sebebi. Kim bilir belki sen de başka bir gönlü ateşe atmışsındır, yaptığının zalimlik olduğunu bilmeyerek. İki sevdayı bir kalbe sığdırmak zordur. En zoru da birinden vazgeçmeyi denemek. Bir yalanı yaşamak ve gerçeğe rağmen ona sıkı sıkıya sarılmak. Bilemezsin ateşler içinde yanan o “Öteki” yüreğin yaşadıklarını. Dur bak ben sana Bahar’ın yazdıklarını vereyim de oku. Belki o zaman aşkta “Öteki Kadın”ı anlarsın…

“Daracıktı yürüdüğü sokak. İri taşlardan gelişigüzel örülmüş duvarın bitimindeki uçuk pembe boyalı iki katlı evin önünde adımlarını yavaşlattı ve durdu. Burası olmalıydı yıllar önce bin bir ümitle geldiği ve üzerinden henüz birkaç ay geçer geçmez bir gece vakti ardına bakmadan kaçıp gitti ev. Ne çok hayaller kurmuştu oysa! Sevdiği adam için kuma olmayı bile ağır saymamıştı hırpalanmış ruhuna. Hatta esas kadını sevmeye dahi çalıştı. Yüksünmedi onun evin hanımı olmasından. Aşağılanmaktan, hor görülmekten. Aynı evi paylaşıyor olmak, bazı geceler aynı yatağı paylaşmak kadar acı vermezdi ona. Geceleri gizli gizli ağlardı başını yastığının altına gizleyip. Fakat sabah olup ağardı mı ortalık, yeni bir heyecan dolardı içine. Gözünü açar açmaz kınası henüz akmamış eline bakardı.

“Aldım, kabul ettim,” dememiş miydi sol avucunun içini öperken! Onun olmuştu işte. Sevdiğine vermişti bedenini, ruhunu. Eş olmuştu ona. Sırdaş olmuştu. Kadın olmuştu. Sevgili olmuştu. Allah katındaydı nikâhı. Yemin etmişti bir kez, başka el değmeyecekti artık ne tenine ne de kalbine…

Fakat düşlediği gibi olmamıştı hayat. Ayrılırken sevdiği adam, “Ben bir yalanı yaşayamam!” demişti gözlerinin içine bakarak. Hevesi mi geçmişti, yoksa yeni mi kafasına dank etmişti de kapının önüne konuvermişti? Oysa hâlâ yalana devam etmiyor muydu gönülleri? Vicdanı rahat mıydı geceleri başını yastığa gömdüğünde? Hiç mi düşmezdi aklına, birbirine söyledikleri sevda sözleri?  

“Öteki Kadın”a kullanılıp atılan bir mendil kadar değersiz olduğunu söylemenin bin yolu olmalı bir zalim için. İşte asıl yalanı yaşamak bu… Bir zalime aşık olmak… “Öteki” olmayı kabul etme pahasına hem de…”

“Ardından gerçeğin ışığı vurduğunda saklandığın yalan tülünden sana fayda olur mu sanıyorsun? Boş bahanelerle kandırıyorsun kendini… Sen bana değil, aşka inananlara yazık ediyorsun!”

Herkesin bir hikâyesi vardır evlat. Öyle düşünüp durma arpacı kumruları gibi. Sen sanırsın ki en acılısı senin yaşadıkların, en büyük aşk senin sevdandır. Yok böyle bir şey. Her kul kendi dayanım gücüne kadar sınanır çileyle. Şimdi diyeceksin ki bunda benim günahım ne? Her birimizin vardır elbet bir sınav sebebi. Kim bilir belki sen de başka bir gönlü ateşe atmışsındır, yaptığının zalimlik olduğunu bilmeyerek. İki sevdayı bir kalbe sığdırmak zordur. En zoru da birinden vazgeçmeyi denemek. Bir yalanı yaşamak ve gerçeğe rağmen ona sıkı sıkıya sarılmak. Bilemezsin ateşler içinde yanan o “Öteki” yüreğin yaşadıklarını. Dur bak ben sana Bahar’ın yazdıklarını vereyim de oku. Belki o zaman aşkta “Öteki Kadın”ı anlarsın…

“Daracıktı yürüdüğü sokak. İri taşlardan gelişigüzel örülmüş duvarın bitimindeki uçuk pembe boyalı iki katlı evin önünde adımlarını yavaşlattı ve durdu. Burası olmalıydı yıllar önce bin bir ümitle geldiği ve üzerinden henüz birkaç ay geçer geçmez bir gece vakti ardına bakmadan kaçıp gitti ev. Ne çok hayaller kurmuştu oysa! Sevdiği adam için kuma olmayı bile ağır saymamıştı hırpalanmış ruhuna. Hatta esas kadını sevmeye dahi çalıştı. Yüksünmedi onun evin hanımı olmasından. Aşağılanmaktan, hor görülmekten. Aynı evi paylaşıyor olmak, bazı geceler aynı yatağı paylaşmak kadar acı vermezdi ona. Geceleri gizli gizli ağlardı başını yastığının altına gizleyip. Fakat sabah olup ağardı mı ortalık, yeni bir heyecan dolardı içine. Gözünü açar açmaz kınası henüz akmamış eline bakardı.

“Aldım, kabul ettim,” dememiş miydi sol avucunun içini öperken! Onun olmuştu işte. Sevdiğine vermişti bedenini, ruhunu. Eş olmuştu ona. Sırdaş olmuştu. Kadın olmuştu. Sevgili olmuştu. Allah katındaydı nikâhı. Yemin etmişti bir kez, başka el değmeyecekti artık ne tenine ne de kalbine…

Fakat düşlediği gibi olmamıştı hayat. Ayrılırken sevdiği adam, “Ben bir yalanı yaşayamam!” demişti gözlerinin içine bakarak. Hevesi mi geçmişti, yoksa yeni mi kafasına dank etmişti de kapının önüne konuvermişti? Oysa hâlâ yalana devam etmiyor muydu gönülleri? Vicdanı rahat mıydı geceleri başını yastığa gömdüğünde? Hiç mi düşmezdi aklına, birbirine söyledikleri sevda sözleri?  

“Öteki Kadın”a kullanılıp atılan bir mendil kadar değersiz olduğunu söylemenin bin yolu olmalı bir zalim için. İşte asıl yalanı yaşamak bu… Bir zalime aşık olmak… “Öteki” olmayı kabul etme pahasına hem de…”

Yazar Hakkında

Nalan Güven

Soru sormayı bıraktım kendime Neden, niçin, nasıl... Bilmiyorum ötesini Ansızın kaçıp gideceğim bir gün geldiğim gibi Gideceğim gitmesine ama kim diyecek bana sen gibi "Canımın içi..."

İlgili